Şimdiki Bakırköy değil tabii, 25 yıl öncesinden bahsediyorum. Nezih, ferah bir alışveriş ortamı. Güzelce yedik, içtik, gezdik, yeni kıyafetler aldık. Harika bir gün geçirdik. Annem, kardeşim ve ben, tren istasyonunda beklerken bir adam ilişti gözüme. Nedense… Gardaki bir banka sırtını dayayarak oturmuş, ayaklarını uzatıp üst üste atmış, ellerini de kucağına kavuşturmuştu. Başı öne eğilmiş, çenesi neredeyse göğsüne dayanacak gibiydi. Uyuyordu. Eski bir gri pantolon ile oldukça yıpranmış yünlü bir kumaştan ceketi vardı. Ayakkabıları da bu kıyafete eşlik edecek görünümdeydi. Acaba gerçekten uyuyor mu, yoksa ölmüş mü diye düşünürken tren geldi. Biz de kalabalığa karışıp içine doluştuk. Güç bela tek bir koltuğa annemi oturttuk, eşyalarımızı kucağına verdik. Tam o esnada adamı yeniden gördüm. Yüzü bize dönük şekilde uzanır gibi oturmuş, hala uyuyordu. Tren, Sirkeci’ye doğru hareket etmek üzere çufçufladı, sirenlerini çaldı. Gözüm hala adamdaydı, hiç kımıldamadı. Hareket ettiğimiz anda, başka bir adam gayet sakin bir şekilde sanki önünden yürüyüp gidecekmiş gibi ona yaklaştı. Seri hareketlerle ceketinin sol tarafını açtı. Yavaşça adamın cebinden cüzdanını aldı ve ceketini kapattı. Sanki çok normal bir şey yapıyormuş gibi geldiği gibi rutin adımlarla oradan uzaklaştı. Olan biten her şey birkaç saniye içinde oldu. Zaman durmuş gibi izledim olanları. “Aaa şu adama bakın, cüzdanını çalıyor!” derken tren hızlandı ve her şey geride kaldı.
Yeşim Sedef Gürkan- 21.01.2017