Yaşları birbirine yakın iki erkek, İtalya’ya giden bir yük gemisinin konteynerlerinden birinin içindeler ve konuşuyorlar:
– Yahu kardeşim! Senin de sohbetine doyum olmuyor ha… Şu kara kutuya girdiğimizden beri uyuyorsun. Yuh yani…
– Dürtüklemesene kardeşim, yorgunum uyuyorum ne var?!
– Accık muhabbet edelim diyorum, kızma be kardeşim…
– Off… Eh hadi madem… Söyle bakalım adın ne? Nerden gelirsin?
-Adım Mustafa. Kilis’ten çıktım yola. Dört günde gelebildim İstanbul’a. Para yok, pul yok… Ancak bu yolculuk için biriktirdiklerim vardı. Onları kaptana verince ceplerim boş kaldı. Ama olsun… Ne yapar eder yaşarım ben İtalya’da. Avrupa’ya kapağı atayım da ne olursa olsun…
– İyi de kimin kimsen yok mu? Neden arkanda bıraktın her şeyi?
– Ammaaan… Eksik olsunlar. Olmasın hayatımda hiç kimse. Aile olmaya bin şahit ister zaten. Ölsem kalsam kimsenin umurunda değil. Böyle ortamda da yaşamak için hem sebep yok hem de mümkün değil zaten. İş yok güç yok memlekette. Hepsini göçmenler kaptı, bize karnımızı doyuracak kadar bile kazandıracak iş kalmadı… Benden böyle… Eee sen niye burdasın bakalım?
– Benim adım da Metin. Bir dükkanım vardı Kapalıçarşı’da. Bir karım, bir bebecik kızım… Nasıl oldu, hala anlayamadım vallahi, bir de baktım boşanmışız. Üç yıl oldu kızımın yüzünü göstermedi bana.
– Vayy… Allah’sız kadınmış…
– En son evlendiğini, kocasıyla İtalya’ya gittiğini duydum. Sattım hemen dükkanı, ömrümün emeğini… İtalyan konsolosluğuna gittim. Vize için. Vermedi şerefsizler. Sonra bu kaptanı duydum çarşıdaki arkadaşlardan. Avrupa’dan kaçak mal getiriyormuş. Dönerken de insan götürüyormuş. Hemen anlaştık. Paranın çoğu gitti ama olsun… Ben de yaşarım bir şekilde…Kızımı bulayım da hele. Ben biliyorum yapacağımı…
– Koca memleket, nasıl bulacaksın ki kızını? Hem ne yapacaksın ki bulunca?
– Önce bir gidelim de… Şu mezar gibi kutudan çıkalım Allah’ın izniyle… Hadi bir şeyler yiyelim, çok acıktım ben. Kumanyayı açayım.
Yeşim Sedef Gürkan- İstanbul- 21.01.2017